Bu bölgeyi seçmiş olmamızın sebebi çok turistik olmamasıydı. Bir şeyler satmaktan çok, bir şeyleri yaşatmak. Doğayı olduğu gibi yaşamak. Bunun değerini dönüş uçağında, diğer bölgelere giden kişiler ile konuştuğumuzda anlıyoruz.
Safari öncesi eğitim alıyoruz. Aslında eğitim alınacak fazla bir şey yok. Huskilerin dizginleri, ona benzer idare edebileceğiniz bir şey yok. Sadece kızağın arkasında dengeyi sağlamak gerekiyor. Momentumun korunumunu okumasanız da problem değil. Vücudunuzun dengesini korumanız yeterli. Durmak ve hareket etmek için herhangi bir komut verme şansınız yok. Sadece kızağın arkasındaki frene basıyorsunuz. Ayağınızı kaldırınca haskiler kendiliğinden koşmaya başlıyor.
Şanslıydık, hava çok berrak, güneşli ve soğuktu. Biz parkurda ilerledikçe güneş beyaz örtünün üzerinde beyaza bürünmüş yemyeşil ormanların üzerinden yükselirken doğayla bütünleşiyorduk. Güneş sırmalar saçmasa da önümüzde parlıyordu. Huskiler güneşe doğru koştukça, güneşin zaptı yakın diye düşünüyorduk. Yaklaşık iki buçuk saatlik maceramız huski çifliğinde son buluyordu. Gerçekten tarifsiz bir keyfin içindeydik. Grup halinde gidiyor ve belli molalar veriyorduk. Molalarda bile kızakların frenleri üzerinden kalkamıyorduk. Kilosu az olan sürücüler fren yaparken zorlansa da yokuşlarda büyük avantaj sağlıyorlardı. Diğerleri yokuşlar da yedinci haski olmak zorunda kalabiliyorlardı. 20 kilometrelik ciddi bir parkur çiftlikte son buluyordu. Huski yavrularını sevdikten sonra bir şeyler yemek için kulübeye gittiğimizde kendimizi bambaşka hissediyorduk. Bir gün önce kar motorlarından aldığımız keyfin bir hiç olduğunu düşünmeye başlamıştık. Doğa, teknolojinin açık ara önüne geçmişti.